Mimarlık, Sinema ve İktidar
09-19 Temmuz tarihleri arasında Işıl Baysan Serim eğitmenliğinde gerçekleşen Mimarlık ve Sinema: Ütopik Kentler semineri katılımcılarından Elif İşleyen seminerden yola çıkarak Mimarlık, Sinema ve İktidar isimli bir metin kaleme aldı. Yazıyı aşağıda bulabilirsiniz. Yazı ile ilgili yorum ve sorularınızı yazara ve The Circle ekibine e-posta yoluyla iletebilirsiniz.
Mimarlık ve sinema, bir sanayi tarafından üretilmeleri ve kitleleri dönüştürme potansiyeline sahip olmaları bakımından oldukça benzer sanat dallarıdır. Üretim ve içerik bakımından hem birbirini hem toplumu etkileyen bu iki alanı The Circle bünyesinde gerçekleştirilen seminerler dizisinde Işıl Baysan Serim kapsamlı bir şekilde ele aldı.
Sinema ve mimarlık, ayrıntıları bir bağlam etrafında bir araya getirme ve nihayetinde anlamlı bir bütün ortaya çıkarma noktasında da oldukça benzeşir. Bu iki alanın farklı sanat dallarına ve toplumsal olaylara işaret edebilmesi, bu sanat dallarının etki alanını genişletmekte, birçok kavramla ayrılmaz bir bütün haline getirmektedir. İmgelerin ve referansların hiç olmadığı kadar önemli olduğu bu alanlarda, işaret edilen kavramlar da kritik önem taşır. Bu kavramların başında da iktidar gelmektedir.
Sinema ve mimarlık yapısı itibariyle politiktir. Mevcut iktidarla, dönemin toplumsal doğrularıyla ayrılmaz bir bağ içindedir. Bu bağlamda iktidarı yalnızca siyasi bir iktidar olarak düşünmek indirgemeci bir yaklaşım olur. Louis Marin İmgenin İktidarları adlı kitabında iktidarı “Bir şeyin ya da birinin üzerinde bir eylemi gerçekleştirme durumunda olmak” olarak tanımlar. Marin için harekete geçmek ya da yapmak iktidar sahibi olmak için elzem değildir. “Harekete geçme kudretine sahip olmak” yeterlidir. Marin, bir gücü de ancak temsilini tanıyarak bilebileceğimizin altını çizerek imgeyi kullanan sanat dallarının iktidarla ilişkisini kesinleştirir. Hem sinema hem mimarlık, bir yanıyla temsil görevi gördüğü için iktidar kavramıyla yakın alaka içindedir.
***
Ütopya da ortaya çıkışı itibariyle yönetimle ve iktidarla doğrudan ilişkilidir. Temellerini Platon’un Devlet’inden alması bunun bir kanıtıdır. Mekan, doğa ve insanı bir arka plan olarak kullansa da ütopyalarda ideal olan her zaman yönetimdir. 19. Yüzyıl itibariyle ortaya çıkan distopyayla ütopyanın kompleks ilişkisi de burada başlar. Distopya yaşanması zor, kötü bir hayatı tasvir etse de her distopya, o dünyanın başındaki yönetici için bir ütopyadır. Bu nedenle distopya ve ütopyanın, yalnızca toplumsal hiyerarşinin hangi tarafında olunduğuyla konumlanan kavramlar olduğu söylenebilir. Böyle kaygan bir zeminde, neyin iyi, neyin kötü olduğunu belirleyen şey o dönemi etkisi altına alan inanışlar, doğrular, yani iktidardır.
Sinema ve mimarlık iktidardan etkilenirken bir yandan da iktidarı şekillendirir. Bunu her zaman işaret ettiği toplumsal olaylarla değil, kimi zaman da kurmacayla yapar. Karl Mannheim, İdeoloji ve Ütopya’da ütopyayı “tarih yapma ve tarihten ders alma iradesi” olarak yorumlar. İdeal bir dünya hayaliyle ortaya çıkan ütopya kavramının kurmacayla olan ayrılmaz bağı da buraya dayanır. Kaynağını gerçek hayatın aksaklıklarından alan ütopya, çözümü yeni bir dünya tasavvur etmekte bulur. Yine Sinema ve Mimarlık seminerinde örnek verildiği üzere, 1920’lerin sonunda ortaya çıkan dikey mimarlık anlayışı ve Empire State Binası, kısa zaman sonra çizgi romanlarda King Kong figürünü ortaya çıkarmıştır.
***
Jean-Luc Godard’ın 1965 yapımı bilim kurgu filmi Alphaville de Le Corbusier’in 1924 yılındaki Işıldayan Şehir ütopyasında geçmektedir. Corbusier’in şehrini estetize ederek anlatının bir parçası haline getiren auteur yönetmen, türler arasındaki bu ayrılmaz bağı gözler önüne serer.
Bu etkileşimin en majör örneklerinden biri de, Thea von Harbou öncülüğünde 1924 yılında ortaya çıkar. Ekspresyonist mimar Eric Mendelson’la New York’a yaptığı ziyaret sırasında şehrin mimarisinden çok etkilenen yazar, deneyimlerini kurmacayla bir araya getirerek Metropolis isimli bir bilim kurgu romanı kaleme alır. Daha sonra bu kitap, bugün bilim kurgu janrının kült filmlerinden biri olan Metropolis filmine uyarlanır. Bu dönüşüm o kadar akışkan ve zamansızdır ki, filmin bu dönüşüm yolculuğunun son halkası olduğundan söz edemeyiz. O günün geçmiş temsili ve gelecek tasavvuru, her zaman kültürün bir parçası olmaya devam edecektir.
Bu etkileşim çift taraflı olarak sürekli devam ediyor. Gerçek hayat kurmacayı değiştirirken kurmaca da gerçek hayatı değiştiriyor. Sinema ve mimarlık ise hem gerçek hayatı hem de kurmacayı temsil etmeleri bakımından toplumsal olarak büyük bir gücü bünyesinde barındırır.
Okura Not:
Işıl Baysan Serim eğitmenliğinde gerçekleşen Mimarlık ve Sinema: Ütopik Kentler semineri hakkında ayrıntılı bilgi için aşağıdaki butona tıklayarak web sitemizde yer alan etkinlik sayfasını ziyaret edebilirsiniz.